Diktatöryal Bir Başkanlık Sistemi Kuran'a Aykırıdır!
Şimdi bazı arkadaşlar klasik Kuran'sız ve Mezhepçi Din geleneği algı ve refleksiyle hemen karşı çıkacaktır. Ama üzgünüm; ''Padişahım çok yaşacı'' sarıklı cübbeli şalvarlı yobazlara kötü bir haberim var. Biliyorum sizin Kuran'la alakanız da işiniz de yok, işiniz gücünüz hurafelerle, uyduruk hadis ve sallama rivayetlerle ama sizin yüzünüzden İslam'ı yalış tanıyıp soğuyan ve işin aslını anlamak isteyen diğer insanlara da size de şunu söylemem gerekli; Gerçekleştirmeyi istediğiniz böylesi diktatöryal bir başkanlık sistemi ve ona esin kaynağı olan Padişahlık, ya da batıdaki karşılığı olan Krallıklar..Bunların hepsi kesinlikle ALLAH'ın kitabına aykırıdır..ALLAH; ''De ki: 'Doğru sözlüler iseniz delilinizi getirin.' diyor(KURAN 2/111). Yani her ne söylüyorsak mutlaka delille konuşmamız gerekir. 'Buyrun delilleriyle inceleyelim.
Kuran; ALLAH'ın açık hüküm koyduğu alanlar dışında kalan alanı serbest alan olarak belirler (bknz: KURAN 5:101-102). Elbette bu serbest alan; ALLAH'ın hüküm koyduğu alanları kapsamaz ve yine ALLAH'ın açıkça vurgulayıp kınadığı hiçbir eyleme izin vermez. Mesela bu; ırkçılık/ayrımcılık yapmadan herkese eşitlik (Kuran 49:13, 30:22), barış (Kuran 2:208, 60/8-9), özgürlük (Kuran 88:21-22), ve hiçbir ayrım gözetmeksizin tam bir adalet (Kuran 5:8, 4:135) ilkeleri çerçevesinde ve özellikle dinde hiçbir şekilde zorlama olmadan (Kuran 2:256), hurafeler değil akıl ve bilim öne çıkarılarak olmalıdır. (Kuran 8:22, 10:100) (Kuran 55:5, 36:38, 29:20, 21:30, 51:47, 67:3-4, 3:191, 22:47, 32:5, 70:4)
Ama bu noktada en önemli ayet 42:38'dir. Yani; Şura Suresi 38 ayet. Önce bakalım Şura Suresi'nde geçen o pasaj genel hatlarıyla nelerden bahsediyor:
KURAN 42/36-43 (Şura 36-43): ''(Unutmayın ki,) Size verdiğimiz her şey, şu dünya hayatının kısa vadeli bir hazzıdır; ama Allah katında bulunan daha değerli, daha kalıcıdır. Bu, iman eden ve Rablerine güvenen kimseler için böyledir: Onlar ki büyük günahlardan çirkin işlerden kaçınırlar ve kızdıkları zaman bağışlarlar. Onlar, Rab'lerinin çağrısına karşılık verirler, namazı gözetirler, işlerini aralarında danışma ile kararlaştırırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan yardım için verirler. Haksızlığa uğradıklarında kendilerini savunurlar. Kötülüğün cezası, benzeri bir kötülüktür; ancak kim affeder ve erdemli davranırsa ALLAH tarafından ödüllendirilir. Şüphe yok ki O, zalimleri sevmez. Haksızlığa uğradıktan sonra hakları için direnenler kınanmazlar, cezalandırılmazlar. Ancak, halka zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere saldıranlara karşı durulmalıdır. Onlara acı bir azap vardır. Yine de kim sabreder ve affederse, iyi bilsin ki bu kararlılık ve direnç isteyen (büyük) bir davranıştır.''
Burda konumuzla ilgili olan, yani dikkat edilmesi gereken kısım; Şura 38'de ALLAH'ın açıkça belirttiği; ''İŞLERİNİ ARALARINDA DANIŞMA İLE KARARLAŞTIRIRLAR'' söylemidir.
KURAN 42/38 (Şura 38): ‘’Onlar, Rab'lerinin çağrısına karşılık verirler, namazı gözetirler, işlerini aralarında danışma ile kararlaştırırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan yardım için verirler.’’
Görüldüğü üzre ALLAH; ülke yönetiminiz tek kişinin iki dudağının arasında olsun demiyor. Kendi açık hüküm sahasının dışında kalan İşleri aranızda danışma yolu ile kararlaştırın diyor. Hatta bunu Müminlerin özellikleri arasında sayıyor. Yani Müslüman bir toplumdaki bireylerin nasıl olması, nasıl davranması gerektiğini anlatıyor. Bu söyleme tam uyumlu olmasa da en yakın kurum; Padişahlık ya da başkanlık değil, herkesin oylarıyla seçilmiş ve milleti temsil eden, görevleri; orda oyuncak gibi durup başkanın emrettiği kararları meclisten çıkarmak olan, şakşakçı, salla başı almaaşıcı, iradesiz ve sürü psikolojisiyle hareket eden koyun millet vekilleri değil, gerçekten yönetimde kendisine oy verip seçen milletin isteklerini sonuna kadar korkmadan temsil edebilen özgür, eşitlikçi, akrabası veya düşmanı söz konusu olduğunda bile adil ve barışçı milletvekilleriyle donanmış bir Cumhuriyet'tir. Ben mevcut parlamenter sistemimizin aynı şekilde devam ettirilmesinden ve Cumhuriyet'imizin korunmasından yanayım. Tabi bazı kanunlar değiştirilip Kuran'a uygun hale getirilerek daha özgürlükçü bir anayasa yapılmalı ve 80 darbesi anayasasından mutlaka kurtulunmalıdır. Ama bu asla diktatöryal bir başkanlık sistemine dönüşmemelidir. Zira bu ALLAH'a öykünmektir; yani şirktir aynı zamanda. Yani ALLAH'a ait olan özellikleri onun dışında herhangi birine veya herhangi bir şeye atfetmek/ortak koşmak) Bu; eğer ölene kadar bu hal sürerse ALLAH'ın asla bağışlamayacağını söylediği tek günahtır. (bknz: Kuran 4:48, 4:116, 39:65)
Yani ben diyorum ki; ‘’mevcut sistem yeterince iyi değil, daha daha yukarı çıkaralım ve ALLAH’ın istediği doğrultuda daha özgürlükçü bir sistem kuralım. Ama bu insanlar diyorlar ki; ‘’mevcut sistem yeterince iyi değil, daha da kötü yapıp köleleşelim..’’ Olay ne yazık ki bundan ibaret..
Devam edelim..Şura 38 ile de alakalı olarak bir de Zümer 18’i anmamız gerekir. Zira ALLAH der ki;
KURAN 39/18 (Zümer 18): ‘’Onlar ki sözü (kavl) dinlerler ve en güzeline uyarlar. Onlar, ALLAH'ın yol gösterdiği kimselerdir. Onlar akıl sahipleridir.’’
Sözler arasında en güzeline uymamız; eğer sadece tek kişiyi dinleyeceksek nasıl mümkün olabilir? Lütfen söyleyin eğer sürekli tek kişi konuşacaksa bu ayetin gereğini nasıl yapacağız? Bu imkan dışıdır. Dolayısıyla bu noktadan da çok sözlülüğü ve herkesi temsil eden bir çok vekil barındıran parlementer sistemi elzem görüyorum..
Şimdi bir de şu ayetlere göz atmamız mutlaka gerekir. Duymuşsunuzdur kesin, bir tanesi çok meşhur bir ayettir, ‘’Dinde zorlama yoktur’’ der. Herkes dile getirir ama hadi gelin bu ayetin gereğini yapalım, herkes özgür iradesiyle kendi seçimlerine kendisi karar versin ve öyle ilerlesin denildiğinde nedense ALLAH’ın bu sözü görmezden gelinir ve baskıyla zorla insanlara bir şeyler dikte edilir. Bknz:
KURAN 2/256 (Bakara 256): '' Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış, birbirinden ayrılmıştır: O halde, şeytani güçlere ve düzenlere (uymayı) reddedenler ve Allah'a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam kulba tutunmuşlardır. Zira, Allah her şeyi işitendir; her şeyi bilendir.''
KURAN 88/21-22 (Gaşiye 21-22): ''Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.''
Görüldüğü gibi ayetler çok açık ve net bir şekilde din konusunda bir zorlamanın bir diktatörlüğün asla olamayacağını ve ancak öğüt verilebileceğini dile getirir. Yoksa haydi siz insanların çocuklarını alın, zorla imam hatiplere yazdırın, zorla dindar nesil yetişsin demez. Çünkü ALLAH hepimizden iyi bilir ki; böyle bir zorlama Müslümanların (ALLAH’a gönülden teslim olan barışçı insanların) sayısını değil, ancak Münafıkların (çeşitli sebeplerle Müslüman gözüken ama aslında olmayan, gizleyen, iki yüzlülük yapanların) sayısını artırır.
Bazıları diyorlar ki; ‘’hayır bu ayetler sadece Müslüman olmayanlar için geçerli, Müslüman olduktan öyle öğütle filan değil, direkt olarak dinde zorlayabilirsin.’’
Peki bakalım öyle mi gerçekten?
Elbette değil : ] ALLAH çelişkili konuşmaz. Aşağıdaki ayetler bunu iddia edenleri mahkum ediyor ve Müminlere de ancak öğüt verilebileceğini, bir zorlama yapılamayacağı açıkça söylüyor:
KURAN 50/45 (Kaf 45): ‘’O halde onların ne dediklerini en iyi biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Sen, benim tehdidimden korkanlara Kuran ile öğüt ver!’’
KURAN 51/55 (Zariyat 55): ‘’Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.’’
Ha siz bunlara rağmen hala mezhepçi gelenekteki ezberci ve uydurulmuş din algısını devam ettirmek mi istiyorsunuz? Elbette bu algıyı yaşatmayı istemekte ve ayetleri umursamamakta özgürsünüz. Ama şunu da bilmelisiniz ki ALLAH Müminlerin özelliklerini sayarken şunu söyler;
KURAN 25/73 (Furkan 73): ‘’Kendilerine Rab'lerinin ayetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.’’
Bir diğer önemli ayet ise; Nisa 58'dir. Bu ayet göre emanetleri ve işleri ehillerine vermeniz gerekir. Yani bir işe alım söz konusu olduğunda; "Bu adam bizim cemaatten, tarikatten, şu görüşten, bu görüşten, şunun oğlu-bunun kızı, öyleyse bu işi ona verelim" zihniyeti yerine; "Bu adam gerçekten bu işi yapmak için gerekli vasıfları üzerinde taşıyor. Öyleyse işi ona vermeliyiz" mentalitesi hakim olmalıdır. Yani torpil yerine "layıklık"..Liyakat sistemi.
KURAN 4/58 (Nisa 58): "ALLAH size, mutlaka emanet (ve iş)leri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. ALLAH'ın size yapılmasını tavsiye ettiği (şey), mutlaka en güzel (şey)dir: ALLAH, kesinlikle her şeyi işitendir, her şeyi görendir."
Zaten ampüller yıllarca bu ayete aykırı davranarak; onu bunu cemaatten diyerek işe aldıkları için Feto terör örgütü devletimizin içine bu denli sızmadı mı? Sonuçlarını da 15 Temmuz’da hepimiz gördük…Nisa 58 ayet gözetilseydi o cemaatten bu tarikatten diye değil, işin ehli, hakeden, o işi en iyi şekilde becerip kotarabilen kimse o kurumlara onlar atanırdı. Ama bu yapılmadı. O yüzden de şu an bu sancıları çekiyoruz. Yani ampüller ve feto cemaati sorumlulukta ortaklardır.
Bu bağlamlarda benim anlayışıma göre asıl olay şudur; ''Barış Ülkesi'' veya 'İnsan Devleti' = insanların, devleti ve devleti yönetenleri büyüttüğü değil; devletin ve devleti yönetenlerin, insanları büyüttüğü, eşit kıldığı, insan odaklı bir devlet anlayışı…
Ben hiçbir baskı olmadan herkese özgürlük, mutlak barışçı ve erdemli bir ahlak yapısı ve herkesi kapsayıcı tamamen adil yönetim! Ululaştırılan ve putlaştırılan, halkı kendi kulları olarak gören, kendilerini ALLAH'ın yerine koyan, zulmeden ve savaş yanlısı olan krallar, padişahlar, firavunlar ve diktatörler üretmeyen, Onların keyfi ve menfii olarak koyduğu kurallara göre değil, ancak ALLAH'ın koyduğu kurallara göre insanları yöneten, insanların ortak aklıyla yönetenlerin seçileceği ve gerekli olursa sürekli değişeceği, işlerin herkesin ortak kararıyla verileceği, bilimin ve sanatın tamamen özgür olduğu ve önlerinde hiçbir engelin olmayacağı, bize saldırmadığı sürece hiçbir ülkeye saldırılmayan, tamamiyle içsel ve dışsal barışçılığın hakim olduğu bir sisteme inanıyorum...''
Yani ''Kuran'' sistemi ile yönetilen eşitlikçi, barışçı, adil, özgürlükçü bir ‘’Barış Yurdu’’, ‘’Barış Cumhuriyeti’’ve ''İnsan Ülkesi''…
İnşaallah başarabiliriz..
KURAN 2/208 (Bakara 208): ‘’Ey iman edenler! Hepiniz birden barışa giriniz! Sakın şeytanın peşinden gitmeyiniz. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.’’
Aynı tasvir cennet anlatılırken de kullanılır:
KURAN 10/25 (Yunus 25): ‘’ALLAH barış yurduna çağırmakta ve isteyeni dosdoğru bir yola yöneltmeyi dilemektedir..’’
Selamlar
http://gumuskayakci.blogspot.com.tr/2016/10/diktatoryal-baskanlk-sistemi-kurana.html
28 Ekim 2016 Cuma
9 Ekim 2016 Pazar
Amerika Gerçekten Kendi Başkanını Seçiyor mu? Yoksa Bu Tamamen Bir İllüzyon mu?
Yahu Trump'da da hiç akıl yok, neden dürüst olup özür diliyor ki? Bizdeki politikacılardan örnek alsın ve ''o sesler montaj yiaa'' deyip geçsin, nasılsa yiyecek koyun sürüsü burda olduğu gibi orda da çok : ]...(Böyle yapamaz çünkü büyük ihtimal orda bu tür kayıtların gerçekliğini inceleyen kuruluşlar; burdaki gibi başkan ne derse onu söyleyen fasülye bilim adamları değiller.) Şaka bir yana bence Donald Trump yeni değil zaten baştan beri koskoca bir balondu. Amerika asla onun gibi gerizekalı bir balonu başkan yapmaz. Sadece zaten başkan olacak adayın karşısına koyulan ve Amerika'lılara seçme şansları olduğunu düşündürtmeyi amaçlayan bir emniyet sübabı Trump. Ayrıca Hillary Clinton'ın başkan olmasını isteyen bir Türk'ün de aklına şaşarım. Ben şahsen ''Müslüman'lar bizim dostumuz yiaa'' deyip de alttan alttan kuyumuzu kazan sinsi bir Amerikan başkanı yerine, Müslüman'lara açıktan düşmanlık besleyen gerizekalı bir Amerikan başkanını her türlü tercih ederim. Hiç olmazsa tartışmalar biter, karşımızdaki düşman apaçık somutlaşırdı..Ama bunu asla yapmazlar. Amerika'yı gerçekten yöneten güçler; önce bir zenci başkanla, şimdi de bir kadın başkanla; sözde ''özgürlükçü-demokrasi savunucusu'' görünerek dünyada yaptıkları zulüm ve bozgunculukların üzerini örtmek istiyorlar ve bunu da başarıyorlar. O yüzden yaşasın Trump!! Seçilmesi imkansız ama tüm kalbimle sonuna kadar destekliyorum kendisini! Umarım o seçilir. : ]
Akıl, Eğitim, Kadın ve Kuran düşmanı 2. Feto Cübbeli'yi ifşa edip kınıyoruz!
Akıl, Eğitim, Kadın ve Kuran düşmanı 2. Feto Cübbeli'yi ifşa edip kınıyoruz! Siz de katılın!! Paylaşın!
Kuran'sız Müslümanlığın; Hurafeci-Rivayetçi-Vahdet-i Vücutçu Tarikatçiliğin insanı ne ileri derecede sapkınlıklara götürebileceğini geçen gün bizim dünyadan, yani alternatif tayfadan bir müzik klibiyle üzülerek görmüştük. Şimdi de aynı kafanın hocalarının, daha doğrusu hoca kılıklı din sömürücüsü putperest ağbabalarının neler söylediğine bakalım:
CÜBBELİ AHMET HOCA'DAN AKLA DURGUNLUK VEREN AÇIKLAMA:
http://www.vatanseverinsesi.com/cubbeli-ahmet-hoca-dan-akla-durgunluk-veren-aciklama-1
Adam diyor ki; ''-Elime Feto gibi imkan geçse; 1- Aklı kullananları, 2- Kuran'ı inceleyenleri, 3- Üniversite Profesörlerini, 4- Eğitim ve Öğretimi çökertirim.'' Üstelik bununla da kalmayıp kendi annesi dahil tüm kadınları; ''kadınların hepsi paranın peşinde'' diyerek aşağılamaktan da geri kalmıyor.
''Akıl'', ''Eğitim'', ''Kuran'' ve ''Kadın'' düşmanı kuyruklu cahil Cübbeli böyle söylüyor da, peki ya ALLAH ne diyor, bir de ona bakalım mı? Ordan anlayın bu adamın nasıl devasa bir ''2. Feto'' potansiyeline sahip aşağılık insanlık düşmanının teki olduğunu:
KURAN 8/22 (Enfal 22): ‘’ALLAH yanında, yaratıkların en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.’’
KURAN 10/100 (Yunus 100)’den: ‘’O, akıllarını kullanmayanları pisliğe mahkum eder.’’
Şimdi siz söyleyin bu adamın İslam'la alakası olabilir mi? İnsanlığa ilk mesajı ''oku'' olan ALLAH'ın yolladığı dinle bu adamın anlattıkları %100 çelişmiyor mu? Ve boğazına kadar mental pisliğe mahkum olup gömülen bu bağnaz herif değilse kimdir?
Şüphesiz ALLAH doğruyu söyledi!
Ayrıca şunu da söylemeliyim; daha önce dünya üzerinde kendi cehaletiyle övünen bir insan hatta bir canlı dahi görmemiştim. Her canlı gelişmek, öğrenmek, ilerlemek ister. Bu adamın türü tespit edilememiş canlı sınıfına sokulmasını da bilim adamlarından istirham ediyorum.
Kuran'sız Müslümanlığın; Hurafeci-Rivayetçi-Vahdet-i Vücutçu Tarikatçiliğin insanı ne ileri derecede sapkınlıklara götürebileceğini geçen gün bizim dünyadan, yani alternatif tayfadan bir müzik klibiyle üzülerek görmüştük. Şimdi de aynı kafanın hocalarının, daha doğrusu hoca kılıklı din sömürücüsü putperest ağbabalarının neler söylediğine bakalım:
CÜBBELİ AHMET HOCA'DAN AKLA DURGUNLUK VEREN AÇIKLAMA:
http://www.vatanseverinsesi.com/cubbeli-ahmet-hoca-dan-akla-durgunluk-veren-aciklama-1
Adam diyor ki; ''-Elime Feto gibi imkan geçse; 1- Aklı kullananları, 2- Kuran'ı inceleyenleri, 3- Üniversite Profesörlerini, 4- Eğitim ve Öğretimi çökertirim.'' Üstelik bununla da kalmayıp kendi annesi dahil tüm kadınları; ''kadınların hepsi paranın peşinde'' diyerek aşağılamaktan da geri kalmıyor.
''Akıl'', ''Eğitim'', ''Kuran'' ve ''Kadın'' düşmanı kuyruklu cahil Cübbeli böyle söylüyor da, peki ya ALLAH ne diyor, bir de ona bakalım mı? Ordan anlayın bu adamın nasıl devasa bir ''2. Feto'' potansiyeline sahip aşağılık insanlık düşmanının teki olduğunu:
KURAN 8/22 (Enfal 22): ‘’ALLAH yanında, yaratıkların en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.’’
KURAN 10/100 (Yunus 100)’den: ‘’O, akıllarını kullanmayanları pisliğe mahkum eder.’’
Şimdi siz söyleyin bu adamın İslam'la alakası olabilir mi? İnsanlığa ilk mesajı ''oku'' olan ALLAH'ın yolladığı dinle bu adamın anlattıkları %100 çelişmiyor mu? Ve boğazına kadar mental pisliğe mahkum olup gömülen bu bağnaz herif değilse kimdir?
Şüphesiz ALLAH doğruyu söyledi!
Ayrıca şunu da söylemeliyim; daha önce dünya üzerinde kendi cehaletiyle övünen bir insan hatta bir canlı dahi görmemiştim. Her canlı gelişmek, öğrenmek, ilerlemek ister. Bu adamın türü tespit edilememiş canlı sınıfına sokulmasını da bilim adamlarından istirham ediyorum.
İnsanlık Susmakla Susturmakla Değil, Özgürce Konuşmak Ve Tartışmakla Gelişebilir Ancak!
Kimse kendini kandırmasın. Bu ülkede bir kaç istisna hariç gördüğüm kadarıyla sadece tek bir insan tipi var. O da; ''kendi fikri dışında fikirleri duyunca susturmaya çalışan insan'' tipi. Görüşü ne olursa olsun, her insanın ortak noktası bu. Dikkat edin. Nerdeyse herkes böyle. En modern görüneninden en yobazına...Çünkü içgüdüsel ilkellikten kurtulamamışlar. Bilinçaltlarında kendi benliklerini putlaştırıp her düşündüklerini doğru kabul ettikleri için farklı bir fikir ortaya atılınca ilahlaştırdıkları benlikleri kendilerine rakip bir tanrı görüyor ve hemen susturmaya yok etmeye çalışır. Sizin konu hakkında sunduğunuz delili dinlemedikleri gibi kendileri de herhangi bir delil getiremez ve buna rağmen üstüne hemen bir; ''Sen sus, konuşma! niye öyle söyledin, öyle söylememen lazım.'' Derler…Tamam öyle söylememem lazım da neye göre? Delilin ne? Neden senin görüşün benimkine göre daha iyi veya neden ben haksızım da sen haklısın? Bunu söyleyebilen yok. Hemen bi; ''sen sus, ben haklıyım.'' Haklısın da neye göre haklısın. Haksız olduğumu söyleyeceğine gerekçeni söyle : ] Gerçek bir konuşma böyle yapılır. Ötesi boşa kelime sarfiyatı olur, sözün bir ağırlığı olmaz. Yani susturma, dinle ve delil getir. Genel bakış açısı ne yazık ki bu. Oysa insanlığın susmakla geliştiği bir çağ görülmemiştir. İnsanlık ancak kıran kırana tartışmakla gelişebilir. Hem de her konuda. Siz şimdi burayı da manipüle edip kafanıza göre anlarsınız; kıran kırana derken fikirlerin birbirini kırmasından bahsediyorum, insan uzuvlarından değil. ALLAH bu ilkellikten kurtulup daha açık görüşlü olmayı herkese nasip etsin.
O yüzden Susma! Susturma! Özgürce ve Delillerinle Tartış! Parolan Şu Olsun: ''Doğru sözlüler iseniz delilinizi getirin''
KURAN 2/111'den: "De ki: 'Doğru sözlüler iseniz delilinizi getirin."
O yüzden Susma! Susturma! Özgürce ve Delillerinle Tartış! Parolan Şu Olsun: ''Doğru sözlüler iseniz delilinizi getirin''
KURAN 2/111'den: "De ki: 'Doğru sözlüler iseniz delilinizi getirin."
Ben Manipülasyonun Değil, Gerçeğin Peşindeyim!
İnsanlar öylesine haddi aşmış ki; zannediyorlar ki Din'in içine sokulmuş hurafeleri, uyduruk hadisleri ve rivayetleri, hoca kılıklı yobazları, bağnazları, çocuk tecavüzcüsü koruyucularını ifşa ediyorum diye, Kuran'ı da manipüle edip sınır tanımayacağım ve onların işlerine gelen herşeye onay vereceğim. Öyle mi? Gerçekten böyle mi zannediyorsunuz? Yok böyle bir dünya. Ben manipülasyonun değil, gerçeğin peşindeyim. Evrenin yaratıcısının kitabı ne diyorsa ona uyarım. Çünkü ALLAH'ın hem varolduğunu hem de bu kitabın ALLAH'ın kitabı olduğunu kendime bilimsel ve içsel delillerle açıkça kanıtlamış biriyim. Delilsiz teslim olanlarla beni karıştırmayın. ALLAH'ın mesajını tahrip etmek isteyen ister kendini Din içinden göstersin ister Din dışından farketmez. Hepsini ifşa edip mesajı apaçık şekilde insanlara iletirim. ALLAH'tan başka kimseye de hesap vermem.
KURAN 2/42 (Bakara 42): ‘’Bile bile gerçeği yanlış ile karıştırmayın, gerçeği gizlemeyin.’’
KURAN 3/187 (Ali İmran 187): ‘’ALLAH kendilerine kitap verilenlerden, 'Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz,' diye söz almıştı. Fakat onlar, onu arkalarına atıp az bir fiyata sattılar. Ne kötü bir alış veriş!’’
KURAN 3/60 (Ali İmran 60): ‘’Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma.’’
KURAN 2/42 (Bakara 42): ‘’Bile bile gerçeği yanlış ile karıştırmayın, gerçeği gizlemeyin.’’
KURAN 3/187 (Ali İmran 187): ‘’ALLAH kendilerine kitap verilenlerden, 'Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz,' diye söz almıştı. Fakat onlar, onu arkalarına atıp az bir fiyata sattılar. Ne kötü bir alış veriş!’’
KURAN 3/60 (Ali İmran 60): ‘’Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma.’’
Barışçı Olun!
Fethetmek önemli değil. Barışçı olabilmek ve kalabilmek, saldırgan taraf olmamak onemli. Kuran'a göre tek gecerli savaş savunma savaşıdır. İslam barıştır. Barılş, Teslimiyet ve Güven içinde olma sistemi..Müslüman ise arapça bir kelimedir. Anlamı; ALLAH'a teslim olmuş kişi'dir..Yani ALLAH'ın barış, eşitlik, adalet, özgürlük ve kendi doğanıza geri dönme mesajına teslim olmuş kişi''. O yüzden gerçek Müslüman; barışçıdır. Barışı bozup saldırganlık yapan kendisini ne olarak adlandırırsa adlandırsın kendi saldırganlık güdüsünü ilah edinmiş ve dinden çıkmıştır. Olay bu kadar basitttir.
KURAN 2/208 (Bakara 208): "Ey iman edenler! Hepiniz birden barışa girin! Şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır."
Barış, Özgürlük, Adalet,Eşitlik ve Kendi Doğanıza Geri Dönme Çağrısı olarak ALLAH’IN MESAJI: 'KURAN'…
http://gumuskayakci.blogspot.com.tr/2016/07/bars-ozgurluk-adaletesitlik-ve-kendi.html
KURAN 2/208 (Bakara 208): "Ey iman edenler! Hepiniz birden barışa girin! Şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır."
Barış, Özgürlük, Adalet,Eşitlik ve Kendi Doğanıza Geri Dönme Çağrısı olarak ALLAH’IN MESAJI: 'KURAN'…
http://gumuskayakci.blogspot.com.tr/2016/07/bars-ozgurluk-adaletesitlik-ve-kendi.html
Eşcinselliğin Legalize Edilme Çabalarına Bir Eleştiri:
Eşcinselliğin Legalize Edilme Çabalarına Bir Eleştiri:
Çok popüler bir ska-punk müzik grubumuz var. Onların son klibini izledim de. Şunları demeden edemeyeceğim; Şarkı aşmış. Dünya standartlarında diyebilirim. Baya başarılı. Ama klip gerçekten iğrenç.Arkadaş oldu mu şimdi bu eşcinselliği legalize etme çabaları? Din'e dönmemiş miydiniz siz? İşte Kuran'sız Müslüman'lığın sonu her alanda bu sanırım. Hep bir ne yapacağını, kime yaranacağını şaşırmışlık hali. Hoşgörü ile sapıklığı, zehir ve şekeri birbirine karıştırma hali...ALLAH'ın kitabından habersiz, Vahdet'i Vücut'çu Tarikat Müslümanlığı...Yazık. Biri bu çocuğa acilen düzgün bir Kuran çevirisi hediye etmeli. ALLAH'ın dünyanın en büyük ahlaksızlıklarından biri saydığı yaşam biçimini legalize edip nerdeyse övüyor adamlar...Bu açıdan solup giden bir çiçek gibi, yaptıkları inanılmaz başarılı şarkının da bütün güzelliği solup gidiyor gözümde...Bir takım cemaatlerin yurtlarında çocuklara tecavüz edilmesini ve bunun üzerinin ahlaksızca kapatılmaya çalışılmasını nasıl şiddetle kınıyorsam, aynı şekilde buna da sesimi çıkarırım. Kimseden de çekinmem. Alternatif tayfadanmışım, tepki alacak mışım, alayım. İnanın hiç sorun değil. Benim tepkisinden tek çekineceğim varlık ALLAH'tır. Bu yüzden de tepkimi ve insanlara gerçeği göstermek istiyorum. Çünkü o tecavüze uğramış çocuklar da tedavi edilmezlerse belki de dönüşecekleri şey bu klipteki şey...ALLAH doğru yoldan ayırmasın..
KURAN 7/80-84 (Araf 80-84): ‘’Lut'u da gönderdik. Halkına; ''Sizden önce dünyada hiç kimsenin yapmadığı iğrençlikleri mi yapıyorsunuz? Kadınları bırakıp, erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz alçaklık sınırlarını aşan bir topluluksunuz!'' dedi. Toplumunun cevabı sadece şunu söylemek oldu: “Çıkarın şunları memleketinizden. Bunlar temizliğe fazla düşkün insanlar!’’. Bunun üzerine Lut'u ve ehlini kurtadık. Karısı hariç. O geride kalanlardan oldu. Üzerlerine bir (azap) yağmuru yağdırdık. Bak işte! Suçluların/günaha gömülüp gidenlerin/yanlışta ısrarcı olanların sonu nasıl oldu...’’
Ama tabi bu; klibin sonundaki öldüresiye şiddet sahnelerini onayladığım anlamına asla gelmez. Ben övücülük yapılmaması gerektiğinden dem vuruyorum yazımda. Tutun gördüğünüzü öldürün demiyorum. Zaten böyle bir hakkım da yok...Yalnızca şunu söylüyorum:
Eşcinsellik insan doğasını bozmaktır. Aynı ağaçları kesmek gibi, fokların derilerini yüzmek gibi, balıkları mevsiminden ve yaşından önce avlamak gibi, havayı kirletmek gibi..Ekolojik sisteme aykırıdır...İnsan doğası; bir kadın ve bir erkek olmak üzre kurgulanmıstır. Bunun ortası yoktur. Tabiatla Ve Kendi Doğanızla Uyumlu Yaşayın..Bu konuda daha önce yazdığım blog yazımı okuyun lütfen:
Tabiatla ve Kendi Doğanızla Uyumlu Yaşayın:
http://gumuskayakci.blogspot.com.tr/2016/06/tabiatla-ve-kendi-doganzla-uyumlu-yasayn.html
Umarım benim kimseye düşmanlık etmediğimi ve sadece kendi doğalarını bozdukları icin onları kendi doğalarına geri çagırdığımı anlarsınız. yaşlandıklarında yanlarında siz olmayacaksınız ve tamamen mutsuz ve kendisine bakacak bir cocugu bile olmayan bireylere donusup belki de intihar ederek olecekler. Zaten hiçbirinizin de yaşlı birine destek verdiğinizi görmedim. Renklere ve vitrine kanıp sonra da onları unutup gidiyorsunuz. Halbu ki asıl iyiliklerini ben istiyorum. Ama sanıyorum bu gerceği şu an anlamanız imkansız. Çünkü bir mentaliteye saplanıp kalmış doğanın gerceklerini göremez hale gelmişsiniz. Bir insanın geçici hazları değil, kalıcı mutlulugu yakalaması icin hangi cins dogmuşsa o sekilde yaşaması şart. (Çift cinsiyetli dogmamışsa, o zaman elbette sorumlulugu olmaz.) İnsan doğasına ekolojik sisteme aykırı olan ve türün neslinin tukenmesini saglayan her davranışın övücülüğüne karşıyım. Aynı cocuk tecavüzcüsü cemaatlere, katillere ve dini sömuren hırsız politikacılara karsı oldugum gibi. O şekilde doğanlar ne olacak derseniz; tabiatın dogal işleyişini bozarsanız elbette bu sonucla karsılasırsınız. hormonal bozuklukta da cocuklar dogar, genetik mutasyona ugramış olarak da. bunun sucunu ALLAH'a atmayın. suç hepimizin. Zira havayı beraber kirlettik, atmosferi beraber deldik, denizleri beraber çöpe çevirdik, nükleer bombalar attık birbirimizin kafasına, yiyeceklerimizin genetiğini bozarak GDO'lu sebze ve meyveleri biz yaptık, glikoz şuruplu kanserojen içerikli amblalajlı ve fast food hazır yiyecekleri beraber tükettik, bazı hayvan ve bitki türlerinin neslini beraber tükettik, hatta kimileri hayvanlara tecavüz etti..Sonuçları da toplumdaki bazı bireylerde; genetik ve hormonal dengenin bozulması şeklinde yaşıyoruz. Bu kimisinde kanser oldu, kimisinde eşcinsellik, kimisinde aids, kimisinde şeker hastalığı vb..Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ben bu tür insanların tıbbi tedaviyle, Kuran’la, vicdanla ve psikolojik tedavilerle düzeltilmeye ve kendi doğalarına geri döndürülmesine çalışılmasına taraftarım. Onları da yanıltarak yaptıklarının ne kadar doğru olduğunun söylenmesine değil. Benim bahsettigim kesim doğal cinsi neyse, yani nasıl doğmuşsa o sekilde doğup sonra kendi yaratılışını bilerek isteyerek bozanlar. Ve diğer insanlara da bu yönde tacizde bulunanlar, veya bu şekilde yapanları onaylayıp boyle yapılmasına teşvik edenler…tvlerden, internetten, çevrelerinden, ondan bundan özenip geçici hazların pesinden kosup kalıcı insan mutlulugunu hice sayıp toplumun yapısını bozarak insan neslinin devamlılıgını yok edenler. Bunları elestiriyorum. ve haklıyım. Siz de beni elestirebilirsiniz bu da sizin görüşünüz. Yeter ki RTE kafasıyla kendi görüşünüzde olmayan insanları susturmaya kalkmayın. Herkes özgürce görüşünü söylesin. İnsanlar doğruya susa susa değil tartışa tartışa ulaşırlar. Onları bu seçimlerinden dolayı öldürmek isteyenler ise benimle tamamen alakasız cehalet sahipleridir. Yukarda da dediğim gibi ben sadece kendi doğalarına dönmeleri için bir çağrıda bulunuyorum. O kadar. ALLAH'ın, bilimsel verilerin ve kendi doğalarının da bu çağrıyı desteklediğini belirtiyorum. İsteyen bu çağrıya kulak verir isteyen yanlış yolda yürümeye ve kalıcı mutluluğunu çöpe atmaya devam edebilir..Selamlar.
Konuyu işin uzmanı olan üroloji doktoru Doç. Dr. Zeki Bayraktar'dan dinleyin bence:
YÜKSELEN SÖZLER 30.11.2015 TARİHLİ PROGRAM(Erdem Uygan & Doç.Dr.Zeki Bayraktar)
Ayrıca konumuzla alakalı değil ama şunu da söylemek isterim. Bu işteki 2. bir çirkinlik ise klibin tamamen kopya oluşudur. Bknz:
The Kills - Baby Says
Paylaştığım linkte de görüldüğü üzre hırsızlığın sonu yok arkadaşlar..Siz bu kopyacıların size sunduğu plastik hayata değil gerçeklere bakın! İnsan doğasına aykırı yaşamak kalıcı mutluluğunuzu, içsel ve dışsal barışınızı ve huzurunuzu gömmek demektir. Kendi kendinizi, kendi doğanızı reddetmeyin, bu içersinde yaşadığımız plastik dünya sizi kendi özünüzden uzaklaştırmasın. Erkekseniz erkek oluşunuzdan, kadınsanız kadın oluşunuzdan ayrılmayın. Parıltılı ışıkları, süslü sözleri, kalabalıkları/kelle sayılarını değil yalnızca saf gerçeği takip edin!!
KURAN 6/116 (Enam 116): ''Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni ALLAH'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar.''
ALLAH Din'i bugünkü hurafeci hocalar gibi tanımlamaz. Tam aksine insan doğası olarak tanımlar. Yani insanın geçici hazlarını değil, kalıcı mutluluğunu sağlayacak, doğasına en uygun yaşam biçimi:
KURAN 30/30 (Rum 30): ''Böylece sen, batıl olan her şeyden arınmış olarak, yüzünü kararlı bir şekilde ALLAH'ın, insanları üzerinde yarattığı doğa/fıtrat kanununa/ dine çevir! ALLAH'ın, insanın doğasına yerleştirdiği fıtrata uygun davran ki, ALLAH'ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu, gerçek dinin amacıdır; fakat insanların çoğu bilmez.''
KURAN 3/60 (Ali İmran 60): ‘’Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma.’’
Şüphesiz ALLAH doğruyu söyledi!
Selamlar...
Çok popüler bir ska-punk müzik grubumuz var. Onların son klibini izledim de. Şunları demeden edemeyeceğim; Şarkı aşmış. Dünya standartlarında diyebilirim. Baya başarılı. Ama klip gerçekten iğrenç.Arkadaş oldu mu şimdi bu eşcinselliği legalize etme çabaları? Din'e dönmemiş miydiniz siz? İşte Kuran'sız Müslüman'lığın sonu her alanda bu sanırım. Hep bir ne yapacağını, kime yaranacağını şaşırmışlık hali. Hoşgörü ile sapıklığı, zehir ve şekeri birbirine karıştırma hali...ALLAH'ın kitabından habersiz, Vahdet'i Vücut'çu Tarikat Müslümanlığı...Yazık. Biri bu çocuğa acilen düzgün bir Kuran çevirisi hediye etmeli. ALLAH'ın dünyanın en büyük ahlaksızlıklarından biri saydığı yaşam biçimini legalize edip nerdeyse övüyor adamlar...Bu açıdan solup giden bir çiçek gibi, yaptıkları inanılmaz başarılı şarkının da bütün güzelliği solup gidiyor gözümde...Bir takım cemaatlerin yurtlarında çocuklara tecavüz edilmesini ve bunun üzerinin ahlaksızca kapatılmaya çalışılmasını nasıl şiddetle kınıyorsam, aynı şekilde buna da sesimi çıkarırım. Kimseden de çekinmem. Alternatif tayfadanmışım, tepki alacak mışım, alayım. İnanın hiç sorun değil. Benim tepkisinden tek çekineceğim varlık ALLAH'tır. Bu yüzden de tepkimi ve insanlara gerçeği göstermek istiyorum. Çünkü o tecavüze uğramış çocuklar da tedavi edilmezlerse belki de dönüşecekleri şey bu klipteki şey...ALLAH doğru yoldan ayırmasın..
KURAN 7/80-84 (Araf 80-84): ‘’Lut'u da gönderdik. Halkına; ''Sizden önce dünyada hiç kimsenin yapmadığı iğrençlikleri mi yapıyorsunuz? Kadınları bırakıp, erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz alçaklık sınırlarını aşan bir topluluksunuz!'' dedi. Toplumunun cevabı sadece şunu söylemek oldu: “Çıkarın şunları memleketinizden. Bunlar temizliğe fazla düşkün insanlar!’’. Bunun üzerine Lut'u ve ehlini kurtadık. Karısı hariç. O geride kalanlardan oldu. Üzerlerine bir (azap) yağmuru yağdırdık. Bak işte! Suçluların/günaha gömülüp gidenlerin/yanlışta ısrarcı olanların sonu nasıl oldu...’’
Ama tabi bu; klibin sonundaki öldüresiye şiddet sahnelerini onayladığım anlamına asla gelmez. Ben övücülük yapılmaması gerektiğinden dem vuruyorum yazımda. Tutun gördüğünüzü öldürün demiyorum. Zaten böyle bir hakkım da yok...Yalnızca şunu söylüyorum:
Eşcinsellik insan doğasını bozmaktır. Aynı ağaçları kesmek gibi, fokların derilerini yüzmek gibi, balıkları mevsiminden ve yaşından önce avlamak gibi, havayı kirletmek gibi..Ekolojik sisteme aykırıdır...İnsan doğası; bir kadın ve bir erkek olmak üzre kurgulanmıstır. Bunun ortası yoktur. Tabiatla Ve Kendi Doğanızla Uyumlu Yaşayın..Bu konuda daha önce yazdığım blog yazımı okuyun lütfen:
Tabiatla ve Kendi Doğanızla Uyumlu Yaşayın:
http://gumuskayakci.blogspot.com.tr/2016/06/tabiatla-ve-kendi-doganzla-uyumlu-yasayn.html
Umarım benim kimseye düşmanlık etmediğimi ve sadece kendi doğalarını bozdukları icin onları kendi doğalarına geri çagırdığımı anlarsınız. yaşlandıklarında yanlarında siz olmayacaksınız ve tamamen mutsuz ve kendisine bakacak bir cocugu bile olmayan bireylere donusup belki de intihar ederek olecekler. Zaten hiçbirinizin de yaşlı birine destek verdiğinizi görmedim. Renklere ve vitrine kanıp sonra da onları unutup gidiyorsunuz. Halbu ki asıl iyiliklerini ben istiyorum. Ama sanıyorum bu gerceği şu an anlamanız imkansız. Çünkü bir mentaliteye saplanıp kalmış doğanın gerceklerini göremez hale gelmişsiniz. Bir insanın geçici hazları değil, kalıcı mutlulugu yakalaması icin hangi cins dogmuşsa o sekilde yaşaması şart. (Çift cinsiyetli dogmamışsa, o zaman elbette sorumlulugu olmaz.) İnsan doğasına ekolojik sisteme aykırı olan ve türün neslinin tukenmesini saglayan her davranışın övücülüğüne karşıyım. Aynı cocuk tecavüzcüsü cemaatlere, katillere ve dini sömuren hırsız politikacılara karsı oldugum gibi. O şekilde doğanlar ne olacak derseniz; tabiatın dogal işleyişini bozarsanız elbette bu sonucla karsılasırsınız. hormonal bozuklukta da cocuklar dogar, genetik mutasyona ugramış olarak da. bunun sucunu ALLAH'a atmayın. suç hepimizin. Zira havayı beraber kirlettik, atmosferi beraber deldik, denizleri beraber çöpe çevirdik, nükleer bombalar attık birbirimizin kafasına, yiyeceklerimizin genetiğini bozarak GDO'lu sebze ve meyveleri biz yaptık, glikoz şuruplu kanserojen içerikli amblalajlı ve fast food hazır yiyecekleri beraber tükettik, bazı hayvan ve bitki türlerinin neslini beraber tükettik, hatta kimileri hayvanlara tecavüz etti..Sonuçları da toplumdaki bazı bireylerde; genetik ve hormonal dengenin bozulması şeklinde yaşıyoruz. Bu kimisinde kanser oldu, kimisinde eşcinsellik, kimisinde aids, kimisinde şeker hastalığı vb..Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ben bu tür insanların tıbbi tedaviyle, Kuran’la, vicdanla ve psikolojik tedavilerle düzeltilmeye ve kendi doğalarına geri döndürülmesine çalışılmasına taraftarım. Onları da yanıltarak yaptıklarının ne kadar doğru olduğunun söylenmesine değil. Benim bahsettigim kesim doğal cinsi neyse, yani nasıl doğmuşsa o sekilde doğup sonra kendi yaratılışını bilerek isteyerek bozanlar. Ve diğer insanlara da bu yönde tacizde bulunanlar, veya bu şekilde yapanları onaylayıp boyle yapılmasına teşvik edenler…tvlerden, internetten, çevrelerinden, ondan bundan özenip geçici hazların pesinden kosup kalıcı insan mutlulugunu hice sayıp toplumun yapısını bozarak insan neslinin devamlılıgını yok edenler. Bunları elestiriyorum. ve haklıyım. Siz de beni elestirebilirsiniz bu da sizin görüşünüz. Yeter ki RTE kafasıyla kendi görüşünüzde olmayan insanları susturmaya kalkmayın. Herkes özgürce görüşünü söylesin. İnsanlar doğruya susa susa değil tartışa tartışa ulaşırlar. Onları bu seçimlerinden dolayı öldürmek isteyenler ise benimle tamamen alakasız cehalet sahipleridir. Yukarda da dediğim gibi ben sadece kendi doğalarına dönmeleri için bir çağrıda bulunuyorum. O kadar. ALLAH'ın, bilimsel verilerin ve kendi doğalarının da bu çağrıyı desteklediğini belirtiyorum. İsteyen bu çağrıya kulak verir isteyen yanlış yolda yürümeye ve kalıcı mutluluğunu çöpe atmaya devam edebilir..Selamlar.
Konuyu işin uzmanı olan üroloji doktoru Doç. Dr. Zeki Bayraktar'dan dinleyin bence:
YÜKSELEN SÖZLER 30.11.2015 TARİHLİ PROGRAM(Erdem Uygan & Doç.Dr.Zeki Bayraktar)
Ayrıca konumuzla alakalı değil ama şunu da söylemek isterim. Bu işteki 2. bir çirkinlik ise klibin tamamen kopya oluşudur. Bknz:
The Kills - Baby Says
Paylaştığım linkte de görüldüğü üzre hırsızlığın sonu yok arkadaşlar..Siz bu kopyacıların size sunduğu plastik hayata değil gerçeklere bakın! İnsan doğasına aykırı yaşamak kalıcı mutluluğunuzu, içsel ve dışsal barışınızı ve huzurunuzu gömmek demektir. Kendi kendinizi, kendi doğanızı reddetmeyin, bu içersinde yaşadığımız plastik dünya sizi kendi özünüzden uzaklaştırmasın. Erkekseniz erkek oluşunuzdan, kadınsanız kadın oluşunuzdan ayrılmayın. Parıltılı ışıkları, süslü sözleri, kalabalıkları/kelle sayılarını değil yalnızca saf gerçeği takip edin!!
KURAN 6/116 (Enam 116): ''Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni ALLAH'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar.''
ALLAH Din'i bugünkü hurafeci hocalar gibi tanımlamaz. Tam aksine insan doğası olarak tanımlar. Yani insanın geçici hazlarını değil, kalıcı mutluluğunu sağlayacak, doğasına en uygun yaşam biçimi:
KURAN 30/30 (Rum 30): ''Böylece sen, batıl olan her şeyden arınmış olarak, yüzünü kararlı bir şekilde ALLAH'ın, insanları üzerinde yarattığı doğa/fıtrat kanununa/ dine çevir! ALLAH'ın, insanın doğasına yerleştirdiği fıtrata uygun davran ki, ALLAH'ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu, gerçek dinin amacıdır; fakat insanların çoğu bilmez.''
KURAN 3/60 (Ali İmran 60): ‘’Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma.’’
Şüphesiz ALLAH doğruyu söyledi!
Selamlar...
2 Ekim 2016 Pazar
Çocuk tecavüzcüsü müdürün peşini bırakmayan iyi yürekli ve cesur Saadet Öğretmenimizin hikayesini mutlaka okuyun! ''İyi insan kimdir?'' veya ''Gerçek Müslüman nasıl olmalıdır?'' Sorusunun cevabı
Bana ''İyi insan kimdir?'' veya ''Gerçek Müslüman nasıl olmalıdır?'' diye sorsalar; hiç düşünmeden parmağımı kaldırıp bu öğretmenimizin şurdaki tavrını işaret ederim! Trilyarlarca kez Helal olsun! Gerçekten ben de izlerken ağladım..Yaptığı kolay birşey değil. Büyük bir kalp ve cesaret ister...Herkes yapamaz ki herkes yapamadığı için de dünya bu halde zaten...ALLAH böyle iyi yürekli ve cesur insanların sayısını artırsın ve tecavüzleri-tecavüzcüleri örtmeye-gizlemeye çalışan Müslüman görünümlü Müşrik ve İnkarcı şeytanların sayısını sıfırlamakta tüm gerçek Müslümanlara yardımcı olsun, güç ve sabır versin inşaallah! Saadet öğretmenin bu erdemli ve kararlı hikayesini mutlaka izleyin ve okuyun. Ve hayatınızda mutlaka bu tavrı her alanda yürütün...Her zaman iyi yürekli ve cesur olun..Altın yürekli öğretmenimizde herbirimiz için mutlaka çıkarılacak çok önemli dersler var...
Video olarak Saadet Öğretmenin hikayesi: http://cokizlenen.xyz/iste-o-anlar-cocuk-istismarcisi-muduru-tutuklatan-saadet-ogretmen-turkiye-yi-aglatti
Yazı olarak Saadet Öğretmenin hikayesi: http://t24.com.tr/haber/okul-mudurunun-cocuk-istismarini-ortaya-cikaran-ogretmen-erkeklere-bile-yapiliyor-kizlara-yapilmis-cok-mu-dediler,345979
Ekşi sözlükte olay hakkında yorumlar: https://eksisozluk.com/22-yildir-cocuklari-taciz-eden-okul-muduru--5133744?p=1
KURAN 90/4-18 (Beled 4/18): ''Andolsun, biz insanı bir zorluk içinde yarattık. O kendisine karşı kimse güç yetiremez mi sanıyor? (Övünerek) 'Çok para harcadım,' diyor. Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor? Biz ona iki göz vermedik mi? Bir dil ve iki dudak? Ve ona (iyilik ve kötülüğün) açık seçik iki yolunu da göstermedik mi? Ama o, sarp yokuşu aşmaya girişemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? O, Köleleri özgürlüklerine kavuşturmaktır (bir kimseyi esaretten kurtarmak), yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o; yakın olan bir yetimi, yahut düşkün bir yoksulu...Sonra (bütün bunları yaparken) iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine merhameti tavsiye edenlerden olmaktır. İşte böyleleri dürüstlüğe ve erdemliliğe erişmiş olanlardır''
Önemli olan bizim böyle birşeyle karşılaştığımızda nasıl bir tavır içinde bulunacağımız ve insanları uyuarıp uyarmadığımızdır..Bırakalım kötü kendi görevini yapsın ve örtsün, biz de kendi görevimizi yapalım. herkes sonunda yaptığını tam olarak görecek ve asla zerre kadar haksızlığa uğramadan yaptığı iyilik ve kötülüklerin karşılığını alacaktır:
KURAN 99/6-7-8 (Zilzal 6-7-8): O gün insanlar gruplar halinde çıkarlar ki yaptıkları işler kendilerine gösterilsin. Kim bir zerre kadar iyilikte bulunursa onu görür. Kim de zerre kadar bir kötülük işlemişse onu görecek..
KURAN 4/49 (Nisa 49): ''Kendilerini temize çıkaranların farkında değil misin? Hayır, aksine ALLAH dilediğini temize çıkarır ve kimseye kıl kadar haksızlık yapılmaz.''
Haber bir gün siteden silinebilir veya site kapanabilir diye; Saadet Öğretmenin hikayesini buraya kopyalıyorum. İsteyen burdan da okuyabilir:
"Eğer bu ülkede adalet varsa o seri cinsi sapık hak ettiği cezayı almalı":
İzmir'de gönüllü olarak gittiği köy okulunda 22 yıldır görev yapan okul müdürünün kız öğrencileri istismar ettiğini ortaya çıkaran Saadet Öğretmen, "Kimse bu çocukların davasını üstlenmek, gereken cezayı vermek için harekete geçmek istemedi! Herkes durumu idare etmenin peşindeydi. 'Alışın Saadet Hanım, erkek çocuklarına bile yapılıyor, kızlara yapılmış çok mu!' diyen bile oldu bana. Böyle bir ülke olduk" diye konuştu.
Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Saadet Öğretmen, "Eğer bu ülkede kanun, adalet varsa, hak ettiği cezayı almalı. Onun seri bir cinsi sapık olduğuna inanıyorum. O köyde eminim daha pek çok şey anlatacak kadın var, sadece bu 6 çocukla sınır değil, 22 yıl orada gücünü kötüye kullanmış birinden söz ediyoruz. Sadece bu minik çocuklar kahramanlık yaptı" dedi.
Ayşe Arman'ın Saadet Öğretmen'le yaptığı söyleşinin bir bölümü şöyle:
Sizi tanıyalım...
-İsmim Saadet. Öğretmenim ben, eğitimciyim. Daha önce resmi bir kurumdaydım, sonra “Öğretmenliğe dönmek, mesleğimi yapmak istiyorum!” dedim.
Ne okudunuz?
-Okul öncesi eğitim öğretmenliği. Aynı zamanda halkla ilişkiler. Ama öğretmenlik hep daha ağır bastı. Hayalim de bir köy okulunda öğretmenlik yapmaktı...
Neden?
-Çünkü köy çocukların parlayan gözlerine ve o tertemiz enerjilerine bayılıyorum. Sadece biz onlara bir şeyler öğretmiyoruz, çok daha fazlasını onlara bize öğretiyor. “Köy öğretmeni olmak istiyorum” dediğimde, herkes bana, “Deli misin!” dedi, “Sen Çalıkuşu musun? Her sabah kilometrelerce yol gideceksin, üç kuruş para için değer mi?” Oysa ben özellikle daha az imkânı olan bir yere gitmek istedim. Başvurdum. Hiçbir öğretmenin tercih etmediği, yolu çok uzak olan bir köyden söz ettiler. Otobüsle bile ulaşım yok. İzmir gibi yerde böyle bir köyün olması tuhafıma gitti. “Gidip görmek istiyorum!” dedim.
Evinize kaç km. uzaklıktaydı?
-40. Barajın eteğinde bir köy. O gün çok heyecanlıydım, sanki üniversiteden yeni mezun olmuş gibi hissediyordum. Ben 38 yaşındayım, sanki o an 20’li yaşlarıma dönmüştüm.
Köyü gördüğünüz anda ne hissettiniz?
-Görür görmez sevdim! Yemyeşil, şahane bir yerdi. Ve işte o yeşilliğin ortasında, küçücük, kutu gibi bir okul gördüm. Yolunda kavak ağaçları... Tuvaleti dışarıdaydı. Yaşadığım yerlere benzemiyordu. Çocuklar etrafımı sarıp “Öğretmenim!” dediklerinde, gözlerindeki o ışıltı inanılmazdı. Vuruldum köyün ve öğrencilerin güzelliğine! O sırada köy öğretmenini gördüm. Müdür Bey. Geldi tanıttı kendini. Son derece babacan görünüyordu.
Kaç yıl oradaymış?
-“22 yıldan beri bu köydeyim!” dedi. O kadar etkileyici cümleler kullandı ki, ona inanılmaz gıpta ettim. Hayranlıkla baktım. “Ne kadar iyi bir insan, ne kadar idealist biri!” dedim. Ve göreve başladım. O köyün bir parçası da ben oldum. Benim de bir parçam oldu köy ve o güzelim minikler. Fakat zaman içinde okul müdürüyle ilgili tuhaflıklar fark etmeye başladım...
Ne gibi?
-Benim yanımda çocuklarla çok iyiydi ama dersteyken camdan dışarı baktığımda onlara çok sert davrandığını görüyordum. O melek adam gitmiş, sanki yerine başka biri gelmişti. Sonra bir gün çocuklara bağırırken denk geldim, “Ya hocam!” dedim, “Yapmayın! Bunlar çocuk. Biz, onlara güzel örnek olalım. Bizden güzel hisler alsınlar!” “Siz bilmezsiniz bu çocukları!” dedi. “Bunların anaları babaları da böyleydi! Bunlar, bu dilden anlar!” İçinde farklı bir adam yaşadığını düşünmeye başladım.
Sonra peki?
-Sonra birtakım başka şeylerden de şüphelendim. Çocukları müdür odasına kapattığını, kız çocuklarını lojmanına çağırdığını fark ettim. Bir keresinde sınıfta iki kız çocuğu yoktu. Büyükçe olanlardan. 4. sınıftan. Dediler ki, “Evine götürdü!” Ben de eve doğru yürümeye başladım. Bir baktım, çocuklar kafaları önde geliyorlar. “Çocuklar, n’apıyorsunuz, nereden geliyorsunuz?” dedim. Onlar daha cevap veremeden, koşarak arkalarından geldi müdür ve “Kapının önünü süpürttürüyordum!” dedi. Ama çocukların yüzü kıpkırmızıydı. Dedim ki, “Hocam, çocuklara kapının önünü falan süpürtemezsiniz, çağırın bir kadın, temizletin! Bunlar öğrenci, uygun bir şey değil yaptığınız!”
Herhangi bir şeyden şüphelendiniz mi?
-İtiraf ediyorum, hep tuhaflık hissettim. Çocukların yüzlerindeki ifadeler bana normal gelmedi. Eşime anlattım, “Senin hisleri kuvvetlidir ama bir kötülük olsaydı, 20 senede kokusu çıkardı bunun!” dedi. Bir arkadaşıma anlattım, “Yok ya, olamaz!” dedi. Herkes bana “Yanılıyorsun” deyince şefkat duygusuyla, diğer duyguyu karıştırmış olabilir miyim diye kendimle çelişkiye düştüm. Hatta bu tür şeyler düşünebildiğim için kendimden utandım. Birinci dönem bitti, ikincisi başladı... O müdür odasının kapısı hâlâ kilitleniyordu. Küçücük bir odaydı, ne zaman kapıyı çalsam, açılması zaman alıyordu. Açıldığında da çocuklar sağa sola bakıyorlardı. Bir terslik olduğunu hissediyordum ama ne olduğunu çözemiyordum. Çocukların bir şeylerden korktuğunu da gördüm. Hep yakınlaşmaya çalıştım, drama dersleri yaptık, sınıfın duvarlarını kumaşla kapladık, renkli minderler diktim, onlarla oyun oynadım.
Sonra?
-Sonra taktım ya kafaya, müdür odasının kilidini bozmaya karar verdim. “Burada ne oluyorsa ortaya çıksın!” dedim. Gerçekten de müdür dersteyken o topuzlu kapının kilidini bozdum. Müdürün çocukları odaya aldığı bir saatte, elimde bir tahta kalemi, “Kalemim bitmiş, sizde yedek var mı?” diye odaya daldım. Bunlar 7-8 ve 9 yaşında çocuklar. Girdiğimde çocukları göremedim ama müdürün yüzü ter içindeydi. Karşısında beni görünce telaşlandı, ne yapacağını şaşırdı. Sonra bir eğildim, masanın altında 4 çocuk. Ürkmüş gözlerini gördüm. “N’apıyorsunuz orada?” dedim. Müdür, “Oyun oynuyorlar!” dedi. “Bu nasıl bir oyun! Çıkın oradan!” dedim. “Çok edepsiz bunlar!” dedi. “Ne oyunu söyler misiniz?” dedim. Çocuklar da dedi ki, “Bu, gıdıklama oyunu, müdürümüzü gıdıklama oyunu!” Ben o zaman anladım ama anlamamazlığa vurdum, “Çocuklar hadi parka!” dedim. Müdüre de dedim ki, “Hocam, böyle oyun oynamayın çocuklarla!” ve çıktım gittim.
Adam kendini mi gıdıklatıyormuş...
-Oyun dediği o iğrençliğe böyle bir isim takmış! Parkta çocuklara dedim ki, “Bana bu gıdıklama oyununu n’olur öğretin, ben de merak ediyorum!” Anlatmaya başladılar, “Müdür, kasıklarını gıdıklatıyor, bacaklarını gıdıklatıyor, bizim göğüslerimizi ve bacaklarımızı da gıdıklıyor!” Çocuklara dedim ki, “Böyle bir oyun artık yok! Bu, doğru bir oyun değil!” “Peki oynamak istemediğimizde, o ‘ille de oynayacağım’ dediğinde ne diyeceğiz?” “Bana yollayacaksınız!” dedim. “Sen çok mu güçlüsün öğretmenim?” dediler. “Evet” dedim. “Evet doğru, sen araba kullanıyorsun!” dediler. O kadar saftılar. Artık iyice emindim çocukların cinsel istismara uğradığına ama nasıl kanıtlayacağımı bilemiyordum.
Ne boyutta bir cinsel istismardan söz ediyoruz?
-Bence boyutu bizim tahmin edebileceğimizden çok daha büyüktü! Bir gün bütün çocukları topladım: “Televizyonda birçok olay duyuyoruz. Bir iyi sevmek var, bir de kötü sevmek var. İyi sevmek, annemizin başımızı okşaması, babamızın bizi sevmesi, bize sarılması. Bu, bize güven verir. Bir de kötü sevmek var. Biri, bizim bikiniyle kapalı olan yerlerimize dokunuyorsa, ‘Bunu kimseye söyleme! Bu aramızda sır kalsın!’ diyorsa, tehdit ediyorsa, o, bizi kötü seviyor. Böyle bir şey varsa annelerimize, annelerimiz susuyorsa, öğretmenlerimize söylememiz lazım!” Ben böyle söyleyince bir sessizlik oldu. Çocuklar önce bir şey anlatmadı. Ama sonra biri yanıma geldi, o benim küçük kahramanım ve dedi ki, “Öğretmenim, beni kötü seven biri var! Sadece beni değil, sınıftan başkalarını da kötü seviyor! Biz çok fazlayız!” “Kim bunu yapan?” dedim. “Müdür” dedi. “Ne yapıyor çocuğum?” dedim. “Bizim çamaşırlarımızı indiriyor. Sonra sizin bize anlattığınız kötü şeyleri yapıyor!” Size burada anlatamayacağım kadar fena şeylerdi anlattıkları. Şok yaşadım! 7 yaşında bir çocuğun asla bilemeyeceği, bilmemesi gereken şeyler. Derken diğer kızları da çağırdık. Hepsi, birer birer anlatmaya başladı. Hepsinin anlattıkları başlı başına rezaletti. Taciz de var, tecavüz de var, bin bir türlü pislik. Dedim ki, “Bana anlattıklarınızı doktor ve polis teyzelere anlatın. N’olur doğruyu söyleyin. Hep sizin yanınızda olacağım.” “Bizi kurtaracaksın değil mi?” dediler, “Evet” dedim, “Eğer o odada olanları birilerine söylersek, çukur kazıp hepimizi oraya gömecekmiş!” dedi. Ben de onlara, “Hiç kimse size öyle bir şey yapamaz!” dedim.
Sonra ne yaptınız?
-Önce Kaymakam Bey’i aradım, izindeydi. Milli Eğitim’e haber vermeyi düşündüm ama sonra vazgeçtim. Kurum her şeyden önemli ya, olayın üstünü kapatmaya çalışırlar diye. Nitekim haklıymışım, öğrendiklerinde ört bas etmeye çalıştılar. El kadar çocuklar, yok böyle insanlık dışı bir şey! Bir tanesi diyordu ki “Beni kedi gibi eğiyor, arkamdan bir şeyler yapıyor, ben korkudan altıma işiyordum!” 7 buçuk yaşında. Olabilir mi böyle bir rezalet...
Söz konusu olan 6 çocuk mu?
-Şikâyetçi olan 6 çocuk. Annelerden birini çağırdım, anlattım. Dedim ki, “Bu adam seri bir cinsi sapık. Cezalandırılması gerekiyor. Baktım anne ağlıyor, “Burada biz kaderimizle baş başayız!” diyor. “Hayır!” dedim, “Ne kaderi! Bu yaptığı suç. O, bir sapık. Üstelik mesleğini kötüye kullanıyor!” O kadar çaresizdi ki anne, anladım ki, o da, bu adamın talebesi olmuş zamanında. Hep en aciz ailelerin çocuklarını seçmiş, hiçbiri de ses çıkaramamış. Çocuklara, o müdür odasında porno da izletiyormuş. Sonra da çocukların ifadelerinden öğrendik. Ve masaya eğip, filmde gördüklerini yapmalarını istiyormuş. Çocuklardan birisinin babası, “Ben çocuğumu kurtaramadım!” diye kahrından böcek ilacı içip, intihar etmeye kalktı. Neyse ki son anda kurtarıldı. Ben de kızdım, “Kızın için ayakta durmak zorundasın!” dedim. Fakat öyle bir yoksulluk ve garibanlık söz konusu ki, maydanoz toplayarak hayatlarını kazanan insanlar, 50 lirayı biriktiremiyorlar, onlar için büyük çok para, böyle bir yokluktan söz ediyoruz. Bu arada müdürün iğrençlikleri bitmiyordu...
"Ablam ağlayarak çıkıyordu"
Ne gibi?
-Köye kargoyla cinsel güç arttırıcı ilaç getirtiyormuş. Gerçekten ben de tanık oluyordum o kargolara. Ama içinden ne çıktığını bilmiyordum tabii. Çocuklar diyordu ki, “O mavi haplardan içiyordu!” Sonra bir şeyler sürüyormuş filan. Gerisini anlatmak istemiyorum, kusasım geliyor.
Aileleri savcılığa gitmeye nasıl ikna ettiniz?
-Ben onlara, müdürü savcılığa gidip şikâyet edeceğimi söyledim. Ettim de. Sonra sivil ekipler geldi, çocukların ifadeleri alındı. Her şeyi anlatmışlar. Benim bildiğimden çok daha fazlası ortaya çıktı. Müdürün odasında porno CD’ler çıktı. İki kız kardeş anlattı. Küçük olanı dedi ki, “İkimizi lojmana götürüyordu. Ablamı odaya alıyordu. Bana çizgi film açıyordu. Ablam bir saat sonra odadan ağlayarak çıkıyordu!”
Peki bu adam ceza almadı mı?
-Aldı ama sadece tacizden... Ve bu haksızlık! O küçücük çocuklara, onların yoksul ailelerine karşı büyük haksızlık. Böyle bir sistem var Türkiye’de, eğer nüfuzlu değilsen, arkan sağlam değilse, sana yapılan haksızlık gürültüye gidebiliyor. Şimdi dava yeniden açılıyor, o zaman görecekler ki, başka şeyler de var. Çocukların hepsi dinlenmemiş. Milli Eğitim hiç bir şekilde müdahil olmamış. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmadı. Kafalarını kuma gömdüler. O zamanki Milli Eğitim Müdürüne gittiğimde, ettiği laf, “Keşke olayı bize söyleseydin, hocayı emekli ederdik!” oldu. Kimse bu çocukların davasını üstlenmek, gereken cezayı vermek için harekete geçmek istemedi! Herkes durumu idare etmenin peşindeydi. “Alışın Saadet Hanım, erkek çocuklarına bile yapılıyor, kızlara yapılmış çok mu!” diyen bile oldu bana. Böyle bir ülke olduk! Resmen kafayı yedim. Ve bırakmadım davayı. Ailelerle birlikte koşuyordum. Tabii süreç çok yıpratıcıydı, çocukları ve ailelerin çaresizliği bana çok dokundu. Sonunda sinir uçları iltihabı oldum. Ama yine de çocuklara güç verdim, “Bu kâbus geçecek. Göreceksiniz cezasını alacak. Ben sizi hiç yalnız bırakmayacağım!” (Ağlamaya başlıyor) Fakat sonra daha fena bir şey oldu...
Ne oldu?
-Bir sabah arabamla mıcırlı bir yolda giderken kaza yaptım ve 4 takla attım. Ölümden döndüm. O arabadan nasıl sağ çıktım bilmiyor kimse. Omurgam kırıldı. Yoğun bakım filan derken, bir sene yatalak oldum. Hayatla bağlantım koptu. Dolayısıyla söz verdiğim gibi o 6 küçük kızımın davasıyla uğraşamadım. (Ağlıyor) İstemeden onları yalnız bırakmış oldum. Avukat tutamadılar. Onlara tayin edilmiş avukatlara ulaşamadılar. O arada 5 kere mahkeme heyetinin başkanı değişti. Oysa ilk başkan, “Bu dava, benim bugüne kadar bu ülkede tanık olduğum en büyük taciz davası!” demişti. Fakat sonra nedense sadece bir buçuk sene ceza aldı. Bir süre içeride yattı ve sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı...
Kazadan sonrasına dönelim... Bir sene sonra toparladınız mı kendinizi?
-Evet. Kızlarım beni ziyarete geldi, “Öğretmenim, sensiz sahipsiz kaldık!” dediler. Bu çok içime battı. Sanki onların bir suçu varmış gibi, hayatları kesintiye uğradı, perişan oldular. Oysa onların suçu yok. Bir ahlaksız adam var ortada, o cezalandırılmalı! Kötüler, arada bir de olsa cezalandırılsın, nedir bu ülkede yaşadığımız bu felaket! Sonra kendimi toparladım. Ve yeniden her yere başvurmaya başladım. Yazdım, çizdim, mail attım, olan biteni duyurmaya çalıştım. Ama bir türlü sesimi duyuramadım. Sonra Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’ye ulaştım. Size anlattığım gibi, ona da her şeyi anlattım. O beni İzmir Barosu’nun Kadın Hakları Komisyonu’ndan arayacaklarını söyledi, gerçekten de avukatlar aradılar. Alsancak’taki baroya gittim, onların Kadın Çocuk Komisyonu toplantısına katıldım ve bu durumu anlattım. Sonra hep birlikte köye, çocukların yanına gittik. Orada 10 tane avukatı bir arada görünce çocuklar nasıl mutlu oldular anlatamam. Yalnız olmadıklarını anladılar. Anneleri-babaları da mutluydu. Çocukların hepsi etrafımı sardı, elimi tuttu. Olduğu gibi her şeyi avukatlara da anlattılar...
Peki davanın bu aşamasında siz ne istiyorsunuz?
-Eğer bu ülkede kanun, adalet varsa, hak ettiği cezayı almalı. Onun seri bir cinsi sapık olduğuna inanıyorum. O köyde eminim daha pek çok şey anlatacak kadın var, sadece bu 6 çocukla sınır değil, 22 yıl orada gücünü kötüye kullanmış birinden söz ediyoruz. Sadece bu minik çocuklar kahramanlık yaptı. Onlar benim gözümde masal kahramanı gibiler, masaldaki kötü karakteri yakalattılar. Onların tek bir dileği var, bu adamın hak ettiği cezayı alması. O zaman huzur bulacaklar, normal bir hayat yaşayacaklar. Bir pedofil o. Gücünü, mesleğini sapıklığına alet eden biri. Şu ana kadar cezası tacizden verildi, hayır efendim gerisi var, vakada tecavüz de var...
Video olarak Saadet Öğretmenin hikayesi: http://cokizlenen.xyz/iste-o-anlar-cocuk-istismarcisi-muduru-tutuklatan-saadet-ogretmen-turkiye-yi-aglatti
Yazı olarak Saadet Öğretmenin hikayesi: http://t24.com.tr/haber/okul-mudurunun-cocuk-istismarini-ortaya-cikaran-ogretmen-erkeklere-bile-yapiliyor-kizlara-yapilmis-cok-mu-dediler,345979
Ekşi sözlükte olay hakkında yorumlar: https://eksisozluk.com/22-yildir-cocuklari-taciz-eden-okul-muduru--5133744?p=1
KURAN 90/4-18 (Beled 4/18): ''Andolsun, biz insanı bir zorluk içinde yarattık. O kendisine karşı kimse güç yetiremez mi sanıyor? (Övünerek) 'Çok para harcadım,' diyor. Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor? Biz ona iki göz vermedik mi? Bir dil ve iki dudak? Ve ona (iyilik ve kötülüğün) açık seçik iki yolunu da göstermedik mi? Ama o, sarp yokuşu aşmaya girişemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? O, Köleleri özgürlüklerine kavuşturmaktır (bir kimseyi esaretten kurtarmak), yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o; yakın olan bir yetimi, yahut düşkün bir yoksulu...Sonra (bütün bunları yaparken) iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine merhameti tavsiye edenlerden olmaktır. İşte böyleleri dürüstlüğe ve erdemliliğe erişmiş olanlardır''
Önemli olan bizim böyle birşeyle karşılaştığımızda nasıl bir tavır içinde bulunacağımız ve insanları uyuarıp uyarmadığımızdır..Bırakalım kötü kendi görevini yapsın ve örtsün, biz de kendi görevimizi yapalım. herkes sonunda yaptığını tam olarak görecek ve asla zerre kadar haksızlığa uğramadan yaptığı iyilik ve kötülüklerin karşılığını alacaktır:
KURAN 99/6-7-8 (Zilzal 6-7-8): O gün insanlar gruplar halinde çıkarlar ki yaptıkları işler kendilerine gösterilsin. Kim bir zerre kadar iyilikte bulunursa onu görür. Kim de zerre kadar bir kötülük işlemişse onu görecek..
KURAN 4/49 (Nisa 49): ''Kendilerini temize çıkaranların farkında değil misin? Hayır, aksine ALLAH dilediğini temize çıkarır ve kimseye kıl kadar haksızlık yapılmaz.''
Haber bir gün siteden silinebilir veya site kapanabilir diye; Saadet Öğretmenin hikayesini buraya kopyalıyorum. İsteyen burdan da okuyabilir:
"Eğer bu ülkede adalet varsa o seri cinsi sapık hak ettiği cezayı almalı":
İzmir'de gönüllü olarak gittiği köy okulunda 22 yıldır görev yapan okul müdürünün kız öğrencileri istismar ettiğini ortaya çıkaran Saadet Öğretmen, "Kimse bu çocukların davasını üstlenmek, gereken cezayı vermek için harekete geçmek istemedi! Herkes durumu idare etmenin peşindeydi. 'Alışın Saadet Hanım, erkek çocuklarına bile yapılıyor, kızlara yapılmış çok mu!' diyen bile oldu bana. Böyle bir ülke olduk" diye konuştu.
Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Saadet Öğretmen, "Eğer bu ülkede kanun, adalet varsa, hak ettiği cezayı almalı. Onun seri bir cinsi sapık olduğuna inanıyorum. O köyde eminim daha pek çok şey anlatacak kadın var, sadece bu 6 çocukla sınır değil, 22 yıl orada gücünü kötüye kullanmış birinden söz ediyoruz. Sadece bu minik çocuklar kahramanlık yaptı" dedi.
Ayşe Arman'ın Saadet Öğretmen'le yaptığı söyleşinin bir bölümü şöyle:
Sizi tanıyalım...
-İsmim Saadet. Öğretmenim ben, eğitimciyim. Daha önce resmi bir kurumdaydım, sonra “Öğretmenliğe dönmek, mesleğimi yapmak istiyorum!” dedim.
Ne okudunuz?
-Okul öncesi eğitim öğretmenliği. Aynı zamanda halkla ilişkiler. Ama öğretmenlik hep daha ağır bastı. Hayalim de bir köy okulunda öğretmenlik yapmaktı...
Neden?
-Çünkü köy çocukların parlayan gözlerine ve o tertemiz enerjilerine bayılıyorum. Sadece biz onlara bir şeyler öğretmiyoruz, çok daha fazlasını onlara bize öğretiyor. “Köy öğretmeni olmak istiyorum” dediğimde, herkes bana, “Deli misin!” dedi, “Sen Çalıkuşu musun? Her sabah kilometrelerce yol gideceksin, üç kuruş para için değer mi?” Oysa ben özellikle daha az imkânı olan bir yere gitmek istedim. Başvurdum. Hiçbir öğretmenin tercih etmediği, yolu çok uzak olan bir köyden söz ettiler. Otobüsle bile ulaşım yok. İzmir gibi yerde böyle bir köyün olması tuhafıma gitti. “Gidip görmek istiyorum!” dedim.
Evinize kaç km. uzaklıktaydı?
-40. Barajın eteğinde bir köy. O gün çok heyecanlıydım, sanki üniversiteden yeni mezun olmuş gibi hissediyordum. Ben 38 yaşındayım, sanki o an 20’li yaşlarıma dönmüştüm.
Köyü gördüğünüz anda ne hissettiniz?
-Görür görmez sevdim! Yemyeşil, şahane bir yerdi. Ve işte o yeşilliğin ortasında, küçücük, kutu gibi bir okul gördüm. Yolunda kavak ağaçları... Tuvaleti dışarıdaydı. Yaşadığım yerlere benzemiyordu. Çocuklar etrafımı sarıp “Öğretmenim!” dediklerinde, gözlerindeki o ışıltı inanılmazdı. Vuruldum köyün ve öğrencilerin güzelliğine! O sırada köy öğretmenini gördüm. Müdür Bey. Geldi tanıttı kendini. Son derece babacan görünüyordu.
Kaç yıl oradaymış?
-“22 yıldan beri bu köydeyim!” dedi. O kadar etkileyici cümleler kullandı ki, ona inanılmaz gıpta ettim. Hayranlıkla baktım. “Ne kadar iyi bir insan, ne kadar idealist biri!” dedim. Ve göreve başladım. O köyün bir parçası da ben oldum. Benim de bir parçam oldu köy ve o güzelim minikler. Fakat zaman içinde okul müdürüyle ilgili tuhaflıklar fark etmeye başladım...
Ne gibi?
-Benim yanımda çocuklarla çok iyiydi ama dersteyken camdan dışarı baktığımda onlara çok sert davrandığını görüyordum. O melek adam gitmiş, sanki yerine başka biri gelmişti. Sonra bir gün çocuklara bağırırken denk geldim, “Ya hocam!” dedim, “Yapmayın! Bunlar çocuk. Biz, onlara güzel örnek olalım. Bizden güzel hisler alsınlar!” “Siz bilmezsiniz bu çocukları!” dedi. “Bunların anaları babaları da böyleydi! Bunlar, bu dilden anlar!” İçinde farklı bir adam yaşadığını düşünmeye başladım.
Sonra peki?
-Sonra birtakım başka şeylerden de şüphelendim. Çocukları müdür odasına kapattığını, kız çocuklarını lojmanına çağırdığını fark ettim. Bir keresinde sınıfta iki kız çocuğu yoktu. Büyükçe olanlardan. 4. sınıftan. Dediler ki, “Evine götürdü!” Ben de eve doğru yürümeye başladım. Bir baktım, çocuklar kafaları önde geliyorlar. “Çocuklar, n’apıyorsunuz, nereden geliyorsunuz?” dedim. Onlar daha cevap veremeden, koşarak arkalarından geldi müdür ve “Kapının önünü süpürttürüyordum!” dedi. Ama çocukların yüzü kıpkırmızıydı. Dedim ki, “Hocam, çocuklara kapının önünü falan süpürtemezsiniz, çağırın bir kadın, temizletin! Bunlar öğrenci, uygun bir şey değil yaptığınız!”
Herhangi bir şeyden şüphelendiniz mi?
-İtiraf ediyorum, hep tuhaflık hissettim. Çocukların yüzlerindeki ifadeler bana normal gelmedi. Eşime anlattım, “Senin hisleri kuvvetlidir ama bir kötülük olsaydı, 20 senede kokusu çıkardı bunun!” dedi. Bir arkadaşıma anlattım, “Yok ya, olamaz!” dedi. Herkes bana “Yanılıyorsun” deyince şefkat duygusuyla, diğer duyguyu karıştırmış olabilir miyim diye kendimle çelişkiye düştüm. Hatta bu tür şeyler düşünebildiğim için kendimden utandım. Birinci dönem bitti, ikincisi başladı... O müdür odasının kapısı hâlâ kilitleniyordu. Küçücük bir odaydı, ne zaman kapıyı çalsam, açılması zaman alıyordu. Açıldığında da çocuklar sağa sola bakıyorlardı. Bir terslik olduğunu hissediyordum ama ne olduğunu çözemiyordum. Çocukların bir şeylerden korktuğunu da gördüm. Hep yakınlaşmaya çalıştım, drama dersleri yaptık, sınıfın duvarlarını kumaşla kapladık, renkli minderler diktim, onlarla oyun oynadım.
Sonra?
-Sonra taktım ya kafaya, müdür odasının kilidini bozmaya karar verdim. “Burada ne oluyorsa ortaya çıksın!” dedim. Gerçekten de müdür dersteyken o topuzlu kapının kilidini bozdum. Müdürün çocukları odaya aldığı bir saatte, elimde bir tahta kalemi, “Kalemim bitmiş, sizde yedek var mı?” diye odaya daldım. Bunlar 7-8 ve 9 yaşında çocuklar. Girdiğimde çocukları göremedim ama müdürün yüzü ter içindeydi. Karşısında beni görünce telaşlandı, ne yapacağını şaşırdı. Sonra bir eğildim, masanın altında 4 çocuk. Ürkmüş gözlerini gördüm. “N’apıyorsunuz orada?” dedim. Müdür, “Oyun oynuyorlar!” dedi. “Bu nasıl bir oyun! Çıkın oradan!” dedim. “Çok edepsiz bunlar!” dedi. “Ne oyunu söyler misiniz?” dedim. Çocuklar da dedi ki, “Bu, gıdıklama oyunu, müdürümüzü gıdıklama oyunu!” Ben o zaman anladım ama anlamamazlığa vurdum, “Çocuklar hadi parka!” dedim. Müdüre de dedim ki, “Hocam, böyle oyun oynamayın çocuklarla!” ve çıktım gittim.
Adam kendini mi gıdıklatıyormuş...
-Oyun dediği o iğrençliğe böyle bir isim takmış! Parkta çocuklara dedim ki, “Bana bu gıdıklama oyununu n’olur öğretin, ben de merak ediyorum!” Anlatmaya başladılar, “Müdür, kasıklarını gıdıklatıyor, bacaklarını gıdıklatıyor, bizim göğüslerimizi ve bacaklarımızı da gıdıklıyor!” Çocuklara dedim ki, “Böyle bir oyun artık yok! Bu, doğru bir oyun değil!” “Peki oynamak istemediğimizde, o ‘ille de oynayacağım’ dediğinde ne diyeceğiz?” “Bana yollayacaksınız!” dedim. “Sen çok mu güçlüsün öğretmenim?” dediler. “Evet” dedim. “Evet doğru, sen araba kullanıyorsun!” dediler. O kadar saftılar. Artık iyice emindim çocukların cinsel istismara uğradığına ama nasıl kanıtlayacağımı bilemiyordum.
Ne boyutta bir cinsel istismardan söz ediyoruz?
-Bence boyutu bizim tahmin edebileceğimizden çok daha büyüktü! Bir gün bütün çocukları topladım: “Televizyonda birçok olay duyuyoruz. Bir iyi sevmek var, bir de kötü sevmek var. İyi sevmek, annemizin başımızı okşaması, babamızın bizi sevmesi, bize sarılması. Bu, bize güven verir. Bir de kötü sevmek var. Biri, bizim bikiniyle kapalı olan yerlerimize dokunuyorsa, ‘Bunu kimseye söyleme! Bu aramızda sır kalsın!’ diyorsa, tehdit ediyorsa, o, bizi kötü seviyor. Böyle bir şey varsa annelerimize, annelerimiz susuyorsa, öğretmenlerimize söylememiz lazım!” Ben böyle söyleyince bir sessizlik oldu. Çocuklar önce bir şey anlatmadı. Ama sonra biri yanıma geldi, o benim küçük kahramanım ve dedi ki, “Öğretmenim, beni kötü seven biri var! Sadece beni değil, sınıftan başkalarını da kötü seviyor! Biz çok fazlayız!” “Kim bunu yapan?” dedim. “Müdür” dedi. “Ne yapıyor çocuğum?” dedim. “Bizim çamaşırlarımızı indiriyor. Sonra sizin bize anlattığınız kötü şeyleri yapıyor!” Size burada anlatamayacağım kadar fena şeylerdi anlattıkları. Şok yaşadım! 7 yaşında bir çocuğun asla bilemeyeceği, bilmemesi gereken şeyler. Derken diğer kızları da çağırdık. Hepsi, birer birer anlatmaya başladı. Hepsinin anlattıkları başlı başına rezaletti. Taciz de var, tecavüz de var, bin bir türlü pislik. Dedim ki, “Bana anlattıklarınızı doktor ve polis teyzelere anlatın. N’olur doğruyu söyleyin. Hep sizin yanınızda olacağım.” “Bizi kurtaracaksın değil mi?” dediler, “Evet” dedim, “Eğer o odada olanları birilerine söylersek, çukur kazıp hepimizi oraya gömecekmiş!” dedi. Ben de onlara, “Hiç kimse size öyle bir şey yapamaz!” dedim.
Sonra ne yaptınız?
-Önce Kaymakam Bey’i aradım, izindeydi. Milli Eğitim’e haber vermeyi düşündüm ama sonra vazgeçtim. Kurum her şeyden önemli ya, olayın üstünü kapatmaya çalışırlar diye. Nitekim haklıymışım, öğrendiklerinde ört bas etmeye çalıştılar. El kadar çocuklar, yok böyle insanlık dışı bir şey! Bir tanesi diyordu ki “Beni kedi gibi eğiyor, arkamdan bir şeyler yapıyor, ben korkudan altıma işiyordum!” 7 buçuk yaşında. Olabilir mi böyle bir rezalet...
Söz konusu olan 6 çocuk mu?
-Şikâyetçi olan 6 çocuk. Annelerden birini çağırdım, anlattım. Dedim ki, “Bu adam seri bir cinsi sapık. Cezalandırılması gerekiyor. Baktım anne ağlıyor, “Burada biz kaderimizle baş başayız!” diyor. “Hayır!” dedim, “Ne kaderi! Bu yaptığı suç. O, bir sapık. Üstelik mesleğini kötüye kullanıyor!” O kadar çaresizdi ki anne, anladım ki, o da, bu adamın talebesi olmuş zamanında. Hep en aciz ailelerin çocuklarını seçmiş, hiçbiri de ses çıkaramamış. Çocuklara, o müdür odasında porno da izletiyormuş. Sonra da çocukların ifadelerinden öğrendik. Ve masaya eğip, filmde gördüklerini yapmalarını istiyormuş. Çocuklardan birisinin babası, “Ben çocuğumu kurtaramadım!” diye kahrından böcek ilacı içip, intihar etmeye kalktı. Neyse ki son anda kurtarıldı. Ben de kızdım, “Kızın için ayakta durmak zorundasın!” dedim. Fakat öyle bir yoksulluk ve garibanlık söz konusu ki, maydanoz toplayarak hayatlarını kazanan insanlar, 50 lirayı biriktiremiyorlar, onlar için büyük çok para, böyle bir yokluktan söz ediyoruz. Bu arada müdürün iğrençlikleri bitmiyordu...
"Ablam ağlayarak çıkıyordu"
Ne gibi?
-Köye kargoyla cinsel güç arttırıcı ilaç getirtiyormuş. Gerçekten ben de tanık oluyordum o kargolara. Ama içinden ne çıktığını bilmiyordum tabii. Çocuklar diyordu ki, “O mavi haplardan içiyordu!” Sonra bir şeyler sürüyormuş filan. Gerisini anlatmak istemiyorum, kusasım geliyor.
Aileleri savcılığa gitmeye nasıl ikna ettiniz?
-Ben onlara, müdürü savcılığa gidip şikâyet edeceğimi söyledim. Ettim de. Sonra sivil ekipler geldi, çocukların ifadeleri alındı. Her şeyi anlatmışlar. Benim bildiğimden çok daha fazlası ortaya çıktı. Müdürün odasında porno CD’ler çıktı. İki kız kardeş anlattı. Küçük olanı dedi ki, “İkimizi lojmana götürüyordu. Ablamı odaya alıyordu. Bana çizgi film açıyordu. Ablam bir saat sonra odadan ağlayarak çıkıyordu!”
Peki bu adam ceza almadı mı?
-Aldı ama sadece tacizden... Ve bu haksızlık! O küçücük çocuklara, onların yoksul ailelerine karşı büyük haksızlık. Böyle bir sistem var Türkiye’de, eğer nüfuzlu değilsen, arkan sağlam değilse, sana yapılan haksızlık gürültüye gidebiliyor. Şimdi dava yeniden açılıyor, o zaman görecekler ki, başka şeyler de var. Çocukların hepsi dinlenmemiş. Milli Eğitim hiç bir şekilde müdahil olmamış. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmadı. Kafalarını kuma gömdüler. O zamanki Milli Eğitim Müdürüne gittiğimde, ettiği laf, “Keşke olayı bize söyleseydin, hocayı emekli ederdik!” oldu. Kimse bu çocukların davasını üstlenmek, gereken cezayı vermek için harekete geçmek istemedi! Herkes durumu idare etmenin peşindeydi. “Alışın Saadet Hanım, erkek çocuklarına bile yapılıyor, kızlara yapılmış çok mu!” diyen bile oldu bana. Böyle bir ülke olduk! Resmen kafayı yedim. Ve bırakmadım davayı. Ailelerle birlikte koşuyordum. Tabii süreç çok yıpratıcıydı, çocukları ve ailelerin çaresizliği bana çok dokundu. Sonunda sinir uçları iltihabı oldum. Ama yine de çocuklara güç verdim, “Bu kâbus geçecek. Göreceksiniz cezasını alacak. Ben sizi hiç yalnız bırakmayacağım!” (Ağlamaya başlıyor) Fakat sonra daha fena bir şey oldu...
Ne oldu?
-Bir sabah arabamla mıcırlı bir yolda giderken kaza yaptım ve 4 takla attım. Ölümden döndüm. O arabadan nasıl sağ çıktım bilmiyor kimse. Omurgam kırıldı. Yoğun bakım filan derken, bir sene yatalak oldum. Hayatla bağlantım koptu. Dolayısıyla söz verdiğim gibi o 6 küçük kızımın davasıyla uğraşamadım. (Ağlıyor) İstemeden onları yalnız bırakmış oldum. Avukat tutamadılar. Onlara tayin edilmiş avukatlara ulaşamadılar. O arada 5 kere mahkeme heyetinin başkanı değişti. Oysa ilk başkan, “Bu dava, benim bugüne kadar bu ülkede tanık olduğum en büyük taciz davası!” demişti. Fakat sonra nedense sadece bir buçuk sene ceza aldı. Bir süre içeride yattı ve sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı...
Kazadan sonrasına dönelim... Bir sene sonra toparladınız mı kendinizi?
-Evet. Kızlarım beni ziyarete geldi, “Öğretmenim, sensiz sahipsiz kaldık!” dediler. Bu çok içime battı. Sanki onların bir suçu varmış gibi, hayatları kesintiye uğradı, perişan oldular. Oysa onların suçu yok. Bir ahlaksız adam var ortada, o cezalandırılmalı! Kötüler, arada bir de olsa cezalandırılsın, nedir bu ülkede yaşadığımız bu felaket! Sonra kendimi toparladım. Ve yeniden her yere başvurmaya başladım. Yazdım, çizdim, mail attım, olan biteni duyurmaya çalıştım. Ama bir türlü sesimi duyuramadım. Sonra Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’ye ulaştım. Size anlattığım gibi, ona da her şeyi anlattım. O beni İzmir Barosu’nun Kadın Hakları Komisyonu’ndan arayacaklarını söyledi, gerçekten de avukatlar aradılar. Alsancak’taki baroya gittim, onların Kadın Çocuk Komisyonu toplantısına katıldım ve bu durumu anlattım. Sonra hep birlikte köye, çocukların yanına gittik. Orada 10 tane avukatı bir arada görünce çocuklar nasıl mutlu oldular anlatamam. Yalnız olmadıklarını anladılar. Anneleri-babaları da mutluydu. Çocukların hepsi etrafımı sardı, elimi tuttu. Olduğu gibi her şeyi avukatlara da anlattılar...
Peki davanın bu aşamasında siz ne istiyorsunuz?
-Eğer bu ülkede kanun, adalet varsa, hak ettiği cezayı almalı. Onun seri bir cinsi sapık olduğuna inanıyorum. O köyde eminim daha pek çok şey anlatacak kadın var, sadece bu 6 çocukla sınır değil, 22 yıl orada gücünü kötüye kullanmış birinden söz ediyoruz. Sadece bu minik çocuklar kahramanlık yaptı. Onlar benim gözümde masal kahramanı gibiler, masaldaki kötü karakteri yakalattılar. Onların tek bir dileği var, bu adamın hak ettiği cezayı alması. O zaman huzur bulacaklar, normal bir hayat yaşayacaklar. Bir pedofil o. Gücünü, mesleğini sapıklığına alet eden biri. Şu ana kadar cezası tacizden verildi, hayır efendim gerisi var, vakada tecavüz de var...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)